Ehli Sünnet ve Cemaat bir grup değildir?
Ehli Sünnet ve Cemaat Müslümanlardan bir grup değil? Aksine İslam ümmetinin kendisidir Daha İslam?ın ilk dönemlerinde Sünnet ve Cemaat Müslümanların birlikteliğini ifade ediyor ve yolarını şaşırdıklarında onlar için rehber görevi görüyordu.
O dönemde Sünnet ve Cemaat öylesine ortaya atılıp telâffuz edilen iki kelime değildi, aksine mezhepsel ve siyasi ayrışmaların yaşandığı dönemde, ortaya çıkan itikâdi fırkalardan ümmeti ayıran, onları temsil eden bir terimin bulunması zorunluluğunu doğurdu ve bu arayışlar Sünnet ve Cemaat Ehli kavramını tercihe götürdü.
Ehli Sünnet ve?l Cemaat mezhepsel ve itikâdi gruplaşmalar sonucu İslam ümmetinden ayrılan bir grubun kullandığı bir terim değildi, aksine bu ayrılmalara karşı İslam ümmetinin hala bir bütün olmaya devam ettiğini, tüm bölünme ve parçalanmalara karşın ümmet bilincinin hala varlığını koruduğunu ve ümmetin, birlikteliği için tarihi süreç içerisinde üzerine düşen rolü oynamaya devam edeceğini vurgulamak için kullanılan bir terimdi. Elbette bu birliktelik; Muhammed (sav) döneminde var olan siyasi ve itikâdi birliktelikti, bu terim; ümmeti bölüp parçalamayı hedefleyen fitneyi, fırkalaşmayı, siyasi ve mezhebi bölünmeleri tamamıyla reddeden bir simgeydi.
Cemaat anlayışının şekillenmesi Hicri 41 cemaat kavramının ortaya atılmaya başladığı ilk yıldı. Bu yılda, Hasan b. Ali (r a) ümmetin birlikteliği uğruna, Ali b. Ebi Talib?in (r a) Osman (r a)?nun katillerini yakalamak konusunda gevşek davrandığı iddiasıyla dördüncü halifeye karşı savaş başlatan Muaviye b. Ebi Sufyan?a karşı savaşmaktan vazgeçmiş ve hilafeti ona bırakmıştı. Hasan (r a)?nın hilafet talebinden vazgeçmesiyle Muaviye b. Ebi Süfyan tüm ümmetin başına geçti. Böylece Müslümanlar tekrar tek birlik olmak ve kenetlenmek için arayışa geçtiler.
Bu dönemde ?Cemaat Ehli? kavramı ortaya atıldı. Bu kavram tamamen siyasi siyasi bir içerikten uzaktı. Tüm Müslüman grupların birlikteliğini öncelikliyordu. Müslümanların tek çatı altında bütün farklılıklarına rağmen şemsiye vazifesi görmeyi hedefliyordu ?Cemaat Ehli?. Bu ilandan sonra cemaatin birlikteliğine karşı çıkıp baş kaldıran herkes ?Cemaat ehlinden? çıkmış kabul edildi. Artık bu terim yaşanan ayrılıktan sonra İslam ümmetinin yeniden birleştiğini, birlikteliğini ifade ediyordu.
Hilafet konusunda yaşanan tartışmalara rağmen ümmetin cemaat anlayışı bu tartışmayı bastıra bilmişti, çünkü şeriat ancak cemaatle varolabilirdi, yani cemaat olmadan şeriat olmazdı, Ömer b. Hatab (r a)?nun dediği gibi ?cemaat olmadan İslam olmaz?. Cemaatin olmadığı yerde fitne vardır ve fitneyi uyandıranın üzerine Allah?ın laneti olsun. ?Cemaat? konusunda daha İslam?ın ilk yılarında ortaya çıkan bu bilinç ümmetin devamı ve başarısı için verilen uğraşların sonucudur. Bu kelimenin daha ilk dönemlerde bu şekilde ilan edilmesi ? Haricilerde oluğu gibi ? ümmetin her hangi siyasi bir grup olmayıp tam tersine Tevhid inancını kabul edip onun sancağı altında toplanmak isteyen herkese açılan bir kapı oluşunun ilanıydı.
Tevhid inancını kabul etmek cemaate katılmak için atılan ilk adımdır, ancak insanın ona bağlı kalması ise Müslüman cemaatle birlikte hareket etmesine bağlıdır. Daha sonra İmam Şafii (H. 204 vefat) icma kaidesini Kur?an ve Sünnetten sonra dinin üçüncü kaynağı olduğunu delilleriyle ispat ederek ?cemaat? kavramına yeni bir boyut kazandırır. Böylece ümmetin üzerinde ittifak ettiği her şey kabul edilmesi gereken bir kural halini almaktadır. Kur?an?ın Yaratılması Fitnesi ?Sünnet? kavramının ortaya çıkması meselesine gelince bu hicretten yaklaşık iki asır sonraya kadar uzanır.
Bu kavram ?Kur?an?ın yaratılması? fitnesinde olduğu gibi ortaya çıkan mezhepsel ayrılıklara reddiye şeklinde gündeme geldi. Bu dönemde fitne o kadar büyüdü ki Abbasi Halifesi Me?mun bile Mutezile mezhebini benimsedi ve Allah?ın sıfatları konusunda Mutezilenin görüşünü ülkenin her tarafına yaymaya başladı. Öyle ki Halife Ma?mun Müslüman cemaatine bunu zarla kabul ettirme yoluna gitti, alimleri, fakihleri, hakimleri ve hadis ehlini bu fikri kabul etmeye zorladı. Tarih sürecinde fitneye karşı ?Sünnet ve Cemaat Ehli? kavramı ilk defa Ahmed b. Hanbel (H. 241 vefat) tarafından kullanılmıştır. Ahmet b. Hanbel?in yazdığı ve ?Ahmed?in akidesi? olarak meşhur olan kitap ?Ehli Sünnet ve Cemaat? anlayışının esaslarını ortaya koyan en önemli vesika olarak bilinir.
Ahmet b. Hanbel bu kitabında Ehli Sünnet ve Cemaatin inancını anlattıktan sonra şöyle der: ?Bunlar Ehli Sünnet ve Cemaat?ı tanımlayan görüşlerdir?? Ümmette oraya çıkan fırkalaşma fitnesi, bidat ehline karşı mücadele edebilmek için, İslam ümmetinin kendisini güzel bir şekilde tanımlama zorunluluğu doğurdu. Bunun üzerine ilim ehli ?Ehli Sünnetin Akidesi? başlığı altında risaleler ve kitaplar yazmaya başladılar. Ahmet b. Hanbel?in kitabıyla birlikte, ?Akidetu Umeyye b. Osman ed-Dimeşkî (H. 200 Ö.), ?Akidetu et-Tehavî el-Hanefî (H. 321Ö), ?Akidetu Ebi Hasan el-Eş?ârî vb kitaplar da bu konuda yazılmaya başlandı. Alimler bu görüşler kafalarından uydurmadıkları gibi onları kendilerine nispet de etmediler, aksine anlattıkları her şeyi Selefe dönerek onlardan nakletmiş böylece ümmetin akidesinin devamı için ellerinden gelen her şeyi yapmaya gayret göstermişlerdir.
Fitneler ortaya çıkmadan önce ?Ehli Sünnet ve Cemaat? kavramı üzerinde durup onu tanımlamak gibi bir ihtiyaç doğmamıştı, ancak daha sonraları ümmet arasında muhalif bazı gruplar ortaya çıkmaya başladı, hatta yöneticilerden bazıları bu grupların itikâdi firklerini benimseyerek aynı düşünceleri alimlere zorla kabul etme yoluna gittiler. Bunun üzerine ümmetin alimleri, fakihleri, kadıları, muhadisleri, ümmetin itikâdi düşüncelerini açıklamak için yola koyuldular. Ümmetten ayrılarak sapık yolları benimseyen bu gruplara karşı verdikleri bu mücadeleyle daha sonraları ?Ehli Sünnet ve Cemaat? olarak tanımlanan kavramın ilk temellerini atmış oldular.
Kıble Ehli Daha önce de değindiğimiz gibi Ehli Sünnet ve Cemaat?in inancını ilk tanımlayan Ahmet b. Hanbel?in sapık fırkalara ve gruplara reddiye vermek için kaleme aldığı risale bu konudaki en önemli vesika sayılır. Ahmet b. Hanbel risalesinde şöyle demektedir: ?İman; söz, amel, niyet ve Sünnet?e bağlılıktır, iman artar ve eksilir, her şey hayırlısı-şerlisi, azı-çoğu, tatlısı-acısı, sevileni-sevilmeyeni, güzeli ve çirkiniyle her şey Allah?ın kaderiyledir.? ?Kur?an Allah?ın kelamdır?, ?Allah?ın sıfatları sabittir ve O?nun gibi hiç bir şey yoktur.?
İmam Ahmed?in işaret ettiği gibi Ehli Sünnet: ?Kıble ehlinden hiç kimsenin açık bir delil olmadığı sürece günahından dolayı cehennem ehlinden olmakla itham edilmeyeceğini, halkın ancak günah işlemeyi emrettiği zaman itaat edilmesi gereken yöneticiye isyan edilebileceğini, baştaki yöneticinin günah işleyen biri olsa bile mahiyetinde cihadın yapılabileceğini, adil olanın adaletinin ya da zalim olanın zulmünün cihadı iptal etmeyeceğini söyler.? Ehli Sünnet ? Ahmet b. Hanbel?in ifade ettiği gibi ? Sahabe arasındaki ihtilafların sebeplerine bakarak bir tarafı sorgulama yoluna gitmez ve onlar arasında vuku bulup, ümmeti parçalayan ayrılıkları dilerine dolamaz; ?Üzerimize düşen Sahabe?nin güzellikleri anlatmak, onların yanlışlarından uzak durmak ya da onlar arasında vuku bulan ayrılıkları dilimize dolamamaktır? onları sevmek sünnettir, onlar için dua etmek Allah?a yakınlıktır, onların güzel yönlerini örnek alıp uygulamak kurtuluş için vesiledir, onların sözlerine değer vermek fazilettir?Allah?ın Rasûlü?nden sonra en hayırlı toplumların ? sırasıyla ? Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (Allah hepsinden razı olsun) toplumlarıdır bunlar Raşid Halifeler ve hidayet önderleridirler.? Asrının yaşadığı fitneler ve Araplara olan düşmanlığın İslam?a düşmanlığa dönüştüğünü gören Ahmet b. Hanbel, Ehil Sünnet inancına göre Araplara gösterilmesi gereken saygı ve sevgide kusur edilmemesi gerektiğini söyleyerek Rasûlullah (sav)?in şu hadisini delil olarak getririr: ?Onları sevmek imanın belirtisidir ve onlardan nefret etmek nifakın belirtisidir.?
Ahmet b. Hanbel bunları söyledikten sonra, kavmiyetçiliğin kesinlikle yasak oluğunu ve Araplara dil uzatanların bidat ve nifak ehlinden olduklarını belirtir. İtikâdi ve siyasi yönden cemaatin birlikteliği için ısrar etmek Ehli Sünnete itidal ruhunu kazandırdı, onları fırkalar arasında yaşanan tartışma ve aşırılıklardan uzak tutu. Birlikteliği koruma düşüncesi onları her zaman, fırkalaşma ve ayrılıktan daha çok yakınlaşmaya itti.
Böylece Rasûlullah (sav) dönemindeki cemaat düşüncesi her zaman varlığını korumaya devam etti, onlara her dönemde yaşanan fırkalaşma fitnesinin üstesinden gelme ve İslam?ın ilk dönemlerinde var olan birliktelik fikri konusunda yardımcı oldu. Ehli Sünnetin kendilerini tanımlamak için edindikleri bu strateji her ne kadar bazı durumlarda gerçekleşemese de ümmetin birlikteliğini korumak, bu bilinci canlı tutmak ve geleceğe hazırlamak için başvurulan güzel bir yöntemdi. Asıl olan kötülükten beri olmaktır ?Ehli Sünnet ve Cemaat? fikri ortaya çıktığında ümmet içinde bir mezhep şeklinde oluşmadı aksine onu ümmet içinde ortaya çıkıp ümmet çizgisinden ayrılmaya başlayan fırkalardan ayıran bir simge görevi gördü. Böylece Ehli Sünnet ve Cemaat nefislerinin isteklerine ve bidatlere tabi olmayıp geride kalan ümmet fertlerini bir arada toplayan bir çatı görevi gördü.
İmam İsferainî (H. 429 Ö.) ?el-Farku Beyne?l-Fırak? adlı kitabında Ehli Sünnet ve Cemaatle ilgili olarak şöyle demektedir: ?Ehli Sünet ve Cemaatin içinde fakihler, muhadisler, kelam ehli, zahidler, tasavuf ehli, edebiyatçılar, sanatkarlar, müfessirler, Allah yolunda savaşan mücahitler.....itikâdi açıdan ümmetten ayıramayan herkes var.? Ehli Sünnet ve Cemaatin bakışı bazı gruplarda olduğu gibi içe kapanık kendisine benzemeyeni içeri almayan bir bakış açısı değil, tam aksine itikâdi açıdan ümmetin inanç sınırlarının dışına çıkmadığı sürece farklı fikir ayrılıklarına müsamaha gösteren bir anlayıştır. Bu sınırlar başlangıçta basit tanımlarla ortaya kondu, ancak Kur?an?ın yaratılması fitnesinin ortaya çıkmasıyla alimlerin ümmet birliğini korumak için yaptıkları çalışmalar sonucu sınırları net bir şekilde belirginleşmeye ve olgun halini almaya başladı.
Ehli Sünnet ve Cemaat kıble ehli olan herkesi kendilerinden görür, kıble ehlinin Teşyii, İrca, Kaderiye gibi fikirlerden esinlenip itikâdi bazı hataları olsa ?asıl olan zimmetin beraatidir? esasına binan, ümmet bilincinin dışında yeni ideolojiler edinip yeni inançlara yönelmedikleri sürece kıbleye yönelen herkesi kendilerinden bir parça kabul eder. Bundan dolayı İslam tarihine baktığımızda az da olsa Vehb b. Munebbeh, Hasan Basrî, Mekhul, Katade, Kaderiye fikrine meyletmekle, Tavus b. Kisan, Adi b. Sabit, Teşyii? fikriyle, Muharib ve Hamad İrca fikriyle itham edilmişlerdir, ancak tüm bu eleştirilere rağmen hiç kimse onların Ehli Sünnet ve Cemaatten ayrıldıklarını iddia etmemiştir.
Çünkü bu düşünceler mücerret fikirlerlerden oluşmaktaydı ve daha sonraları Kaderiye, Şia ve Mürcie fırkalarında oluğu gibi ayrı ideolojik temeller üzerine bina edilmiş fikirler değildi. Ehli Sünnetin yönetime karşı gelmeme anlayışı körü körüne bir bağlılık değildir Ehli Sünnet her ne kader haramı emretmediği sürece yönetime bağlı kalma fikrini savunuşsa da bunu birincil hedefi yapmamıştır. Tam tersine dini alet etmek için kendi itikâdi düşüncesini zorla kabul ettirmeye çalışan yöneticilere karşı mücadele etmiştir. Örneğin Me?mun ve Bazı Abbasi Halifeleri Mutezile düşüncesini benimseyip bunu alimlere zorla kabul etmeye çalışınca Ehli Sünnet alimleri bu fikri kesinlikle reddetmişlerdir.
Ehli Sünnet yöneticilere bağlılığın gerekliliğini ifade ederken körü körüne mutlak bir bağlılıktan bahsetmezler, bu fikri ilk ortaya atan Ahmet b. Hanbel bile dönemindeki hükümdarlara karşı dik duruşundan dolayı işkencelere tabi tutulmuş ve hakikatten ayrılmamak için birçok eziyete katlanmak zorunda kalmıştır. Daha önce de değindiğimiz gibi Ehli Sünnetin yönetime bağlılık anlayışı cemaatin birlikteliği için ortaya atılan bir esastır, çünkü İslam ancak cemaatle vardır, cemaat ancak devletle ve devlet ancak itaatle varlığını korur. Ancak bu itaat Allah?a isyandan uzak bir itaattir.
Bu, ümmet için iki büyük hedefi olan davet ve cihattan ayrılmayan yönetime olan itaattir. Çünkü davet ümmetin dinini korur, cihat ise düşmanı def eder. Ancak yöneticinin ümmete ihanet etmesi durumunda ona itaat yoktur. Çünkü o davetten yüz çevirerek ya da ümmeti himaye etmeyerek onlara ihanet etmiş ve onları birlikteliğini tehlikeye atmıştır. Ehli Sünnet yönetimin değil, cemaatin varlığı ve devamının şeriatın asıl hedefi olduğunu düşünür. İmam var olduğu sürece ona itaat edilir, imamın olmayışı başkaldırı, karmaşa ve ümmetin bölünmesini gerektirmez, tam aksine böyle durumlarda fitneden kaçınmak gerekir, Eğer ümmetin birliğini sağlayan cemaat ve imam yoksa Müslüman düşen fitneye karışmamak ve gerekirse kendisine ölüm gelene kadar evinde oturmaktır.
Cemaatin olmadığı durumlarda bile fırkalaşmaktan, gruplaşmaktan kaçınmak ve Müslümanlara karşı ürerimize düşen sorumluluğu yerine getirmek gerekir: ?Kıyamet gününe kadar ümmetimden bir gurup hakikat için mücadele edecektir ve muhaliflerin muhalefeti onlara zarar vermeyecektir.? Cihat kıyamet gününe kadar devam edecektir, ne adil insanın adaleti ne de zalimin zulmü ona engel olamayacaktır. Cemaat birlikteliktir, bu ümmeti bir arada tutan ve hiçbir şekilde ayırmayan temel esastır. Sünnete gelince ümmeti geçmişe bağlayan köprü, ona zamanın şartlarına ve geleceğe hazırlayan anlayış şeklidir.
Sünnî?nin hedefi fırkacılık değildir ve Sünnîler diğer fırkalara bakarak, kendilerini ümmet içinde ortaya çıkmış bir grup olarak görmezler. Her hangi bir yerde azınlıkta olsalar bile kendilerini azınlık bir grup olarak görmezler, aksine kendilerini her zaman ümmetin asıl unsuru hata ümmetin kendisi olarak görürler. Bundan dolayı Ehli Sünnetin insanların mezheplerini, meşreplerini sormadan sıkıntılarına koştuklarını, güçleri oranında onların sıkıntılarını paylaştıklarını görürüz, çünkü onlar insanları ümmetin bir ferdi olma esasına göre değerlendirir ve ona göre hareket ederler.